İnsan İnsanın Zehrini Alır

zehir

Öyle diyoruz ama kimse kimsenin zehrini almıyor. Üstüne zehirlemeye çalışıyoruz birbirimizi. Hele şu günlerde daha bi zehirli miyiz ne!

Yanılıyor muyum?

İletişim, zehrin en güçlü ilacı aslında. İletişimi gerçek ambalajında kullanırsak bu güçlü işlevini gösterebilir tabi. Hem bireysel hem toplumsal sorunların çözümünü iletişim gerçekleştirebilir. Ancak iletişim gerçek ambalajında olursa ve kullanılırsa.

Maalesef iletişim merdiven altı anlayışta günümüz Türkiye’sinde. İletişimin sorun çözücü ruhunu ortaya çıkartmak için ciddi bir fikir alışverişi içinde olmalıyız. Ancak bu entegrasyon merdiven altından çıkartabilir iletişimi.

Birlikte yaşama alışkanlığını ve oranını artıran toplumlar başarılı ve huzurlu toplumlardır. Etkinliklerle veya ortak yaşam alanlarının çokluğuyla bir araya gelen toplumlar ilişki yaşarlar ve yaşanan ilişkiler iletişimin ruhunu canlandırır. İşte o zaman insan insanın zehrini alır diyebiliriz.

Biz de öyle mi ya?

Hele siyaset ve sporla yatıp kalkan bir toplum olarak zehir alıcı ortak yaşam alanlarımız hiç de hijyen değil. Yani siyaset ve spor alanlarımız zehirle mi dolu oksijenle mi dolu diye sorsak cevabında hepimiz hem fikir oluruz herhalde.

İletişim toplumu olmayınca spor ve siyasette de sorunlar yaşıyoruz. Haliyle oksijeni az olan ortamlarda karar almak da zorlaşıyor, alınan kararlar da sağlıklı olmuyor. Sorun üstüne sorun yığıyoruz yani. Bu alanların tüm aktörleri bu iletişim kültürünü aynı kodla algılamadıkları için de bu sorunlar çoklaşıyor.

Spor karşılaşmalarındaki “ölümüne maç” “hayati karşılaşma” gibi başlıkların kamuoyunun hangi yönüne hangi kodu gönderdiğini sorgulamak burada öncelikle ele alınmalıdır herhalde. Medya için söylenebilecek “kötü haber iyi haberdir”le geçiştirilebilecek bir ticari savunma yok edilmelidir kesinlikle.

Bu sorunlar tamamıyla ileti kültürünün ürünüdür. Yani tek taraflı empoze etme, dikte etme kültürüdür. Bu kültür itaat üzerine odaklandığı için diyalog mümkün değildir. Diyalog iklimi olmayınca da şiddetin ortaya çıkması kaçınılmaz olabilmektedir.

Yukarıdan konuşacak tüm aktörlerin mesajın yayılma boyutunu ve etkisini düşünmesi gerekmekte. Diyalog kültüründe aktörler bunu düşünürler. Ancak ileti kültürü diyebileceğimiz tek taraflı iletinin hakim olduğu ortamda bu mesajın yayılma boyutu ve etkisi düşünülmeden cümleler sarf edilir. Sonrada oktan çıkan yay gibi geri dönülemeyen sorunların yumağına gireriz.

Adrenalin yükseldi canım ne yapalım diyerek geçiştirilecek bir durum da değildir. Kin ve nefretle beslenen çocuklar ve gençlerin etkileşimi toplumsal yapımıza olumsuz etkiler yapabilecektir. Aysbergin görünmeyen yüzünü belki hiç göremeyeceğiz. Ama sürekli sıkıntısını çekeceğiz. Sorunlar sorunlar…

En son yaşadığımız Fenerbahçe otobüsüne saldırı da tam bu noktadan incelenip tedavi edilmesi gereken bir iletişim sorunudur aslında. Hatta sorunların yumak haline gelmesinin ciddi sonucudur. Spor karşılaşmalarının ölüm kalım meselesi olarak görülmesi ancak propaganda kültürünün ya da tek taraflı empoze etme kültürünün sonucudur. Tek taraflı kazanma kültürü de denilebilir buna. Kazanmalısın her şekilde kazanmalısın. Amaca ulaşmak için her yol mubahtır. Bu mesajlarla doğrudan ya da dolaylı olarak beslenen bireylerin davranışları şizofrenik şiddet eğilimli olacaklardır. Bu kaçınılmaz sondur.

Ama iletişim kültürü tamamen diyalog kültürüdür. Kaybedince tebrik edebilme, hata yapınca özür dileyebilme ancak bu kültürün meyvesidir. Bu kültür için birlikte yaşam alanları bu mesajla beslenmeli, kitle iletişim araçları bu mesajları yoğurmalı.

Tek taraflı empatik olmayan mesajlarla dolu afişler bültenler broşürler maalesef ki sadece maliyet kalemini zenginleştirmiştir. Çöplere gitmiş ve sadece israf olmuştur. İletişim kesinlikle gerçek ambalajında bilinir, öğretilir ve algılanır olursa soruna odaklanma değil çözüme odaklanma söz konusu olacaktır.

Özellikle siyasetle beslendiğimiz şu günlerde iletişim kültürüne ne kadar da ihtiyacımız var değil mi?

Tartışmayı bu kültürün içinde yaptığımızda farklı görüşlerin farklı renklerin nasıl da konsensüsle birbirinden ayrıldığını ancak bu kültür ortamında görebileceğimizi anlamamız lazımdır. Musibetle anlayan toplumlar yerine düşünen, düşünerek konuşan toplumlar olmalıyız. Bu bizim hem yaşam hem iş yapış biçimlerimizi etkileyecektir.

Anadolu’da iş yapış biçimimizin adına “hesapsız kitapsız” diyebiliriz. Yani düşünmeden anlık reflekslerle kalkış sonra da zararla otur. Bu dogmatik eylem maalesef ki bize çok zaman kaybettirdi. İnsanlarımız, firmalarımız, kurumlarımız zamanı bu yüzden hovardaca harcadı hala da harcıyor.

İşin özü insan insanın zehrini alması için ancak profesyonel ve gerçek anlamda iletişim hizmetlerinden beslenmesi lazım.

Ne yapacağına karar vermeden günü birlik eylemlerle iş dünyamız ileriye gidememiştir. Stratejik düşünememiştir. Taktik geliştirememiştir. Bunlar işin temeliyken üstüne marka inşa etmek de mümkün olmamıştır. Marka yaratmak, değer ölçeklerimizi daha da yukarılara çıkartmamız lazımdır. Gayri safi değerler artırmadan kişi başı düşen gelirlerimizi nasıl artırabiliriz ki?

Bu ve bunun gibi hayati soruların üzerine gidebilmek için bilgi sahibi olmak ve iletişim kültürü ile yoğrulmak gerekiyor artık. İnsanlara eşit verilen tek şey zamansa bu zamanı kendi lehimize çevirmek için öncelikle iletişim kültürüne ve iletişim ruhuna sahip çıkmalıyız.

Bu ruhu öğrenmeye ne kadar aç olduğumuzu görmek için kafamızı azıcık dışarıya kaldırmamız yeterli olacaktır.